Sanatsal genel müdür yardımcısı Can Başak'ın moderatörlüğünde gerçekleşen röportajda Ayça Bingöl, “İşimi çok seviyorum ama günümüzün sabit ortamları bazen hoşgörünün sınırlarını zorluyor, artık işimi daha rahat yapmak istiyorum” dedi.
Can Başak: Öncelikle davetimizi kabul ettiğiniz için kurumum adına teşekkür ediyorum. Genellikle çocukluktan başlarım. Ama o kadar derine inmeyelim. Ayça Bingöl nasıl bir çocukluk geçirdi?
Harika bir çocukluk geçirdiğimi düşünüyorum. Her şey harikaydı. Ben tek çocuktum. Daha sonra 17 yaşında ablam oldum. Ve bildiğimiz gibi normal bir çocukluktu, çok normal bir çocukluk. Mahallemizdeki ilkokulu okudum. Çocuklarıma baktığımda bambaşka bakış açılarıyla ilerlemeye çalışıyoruz. Çocukluğumuz çok güzeldi. Çocuğu okula göndermek için ciddi hesaplar yapalım.
Tiyatroyla ilişkiniz nasıl başladı?
İlkokul yıllarımda Enis Fosforoğlu Tiyatrosu'nda çalışan oyuncu bir kardeşimin daveti üzerine en çok aranan çocuk oyuncular arasında yer aldım. O zamanlar okul tiyatrolarına ilgim vardı. Diğer çocuk ise Volkan Saraçoğlu'nun kızı Burcu'ydu. Bizi seçmelere aldılar, şarkı sözleri okuttular ve ben kendimi matineli ve turneli bir gösterinin içinde buldum. Daha sonra yirmi yıl sonra Suna Keskin ve Yeditepe Oyuncuları ile bir tiyatro gösterisinde yer aldım. Oyunculuğum çok profesyonelce başladı, para kazandım.
Sonra tatmin olmadın ve konservatuvara gittin.
Bizim zamanımızda aileler çocuklarının oyuncu olmasını istemezdi. Artık tüm aileler cesaret veriyor. Ama babam hayır dedi, annem yapabileceğini söyledi, ben de Teknik Üniversitede okurken oyunculuk yapmaya karar verdim. Teknik Üniversitenin kimya bölümündeydim. Ben geçtiğimde Yıldız Kenter İstanbul Devlet Konservatuarı'nda okuyordu, çok iyi hocalarımız vardı. Gökhan… Diğer illerde muhafazakarların olduğunu bana söylemedi. Bunu sınava girdiğimde fark ettim ve arkadaşlarım bana Ankara sınavına girip girmediğimi sormaya başladılar. Fırat Tanış, Kayra Şenocak, Murat Ovalı, Yeliz Tozan, Sanem Çelik bizim zamanımızda aynı sınıftan arkadaşlarımızdı Gürkan Uzun. Okan Yalabık, Engin Hepileri, Demet Evgar bizim alt sınıftaydı. Tıpkı zamanımızın askeri eğitimi gibiydi, Yıldız Kenter büyük bir disiplinle hareket etti.
“Çok değerli öğretmenlerimiz vardı”
Öğretmenlerimi çok değerli buluyorum. Ama benim de bir eleştirim var. Onların yerini alacak yeni insanları eğitmediler. Sanki daha ilahi bir yerdeydiler. Hem tiyatroda hem de eğitim topluluklarında. Kendi okullarına devam edecek öğretmen yetiştirmeyi düşünmüyorlardı. İyi ki Yıldız Hanım'dan öğrendik ama keşke o eli bazılarımıza verseydi.
Dormen Tiyatrosu'na nasıl taşındınız?
Haldun Hoca ben ikinci sınıftaydım, birinin başına bir şey geldi, hemen Dormen Tiyatrosu'na gitmeye başladım. Konservatuarla birlikte orası çok güzeldi. Bir yandan konservatuarda eğitim alıyor, diğer yandan usta oyuncularla aynı sahne arkasını paylaşıyor ve farklı bir eğitime erişiyorsunuz. Benim için harika bir antrenmandı. Okul yıllarımda Dormen Tiyatrosu'nda bulunmamın oyunculuğuma çok katkısı oldu. Çünkü bilgiyi okulda ediniyorsunuz ama mesleğinizin tüm inceliklerini Dormen'deki ustalardan da öğreniyorsunuz. Bu anlamda çok şanslıyım. Hem okuyup hem de çalışmamız iyi.
Ekran ne zaman başladı?
Okulumuzda kamera yasaklandı. Bizden asla herhangi bir TV projesinde çalışmamız istenmez. Çalışan arkadaşlarımız olunca dersleri engellediler. Süper Baba'da küçük rollerle başladım. O zamanlar çok az para kazanıyordum. Oradaki tüm ilişkiler, oyuncularla, yönetmenlerle, oradan seslendirmeye geçiş birbirini hayata geçiren şeylerdi. Hem Dormen Tiyatrosu, hem mezuniyet projesi hem de okul devam etti. Uykusuz geldiğimi hatırlıyorum.
Ünlü olduğunuzdan beri değiştiniz mi?
Ünlü olduktan sonra bende hiçbir değişiklik olmadı. Ünlü olmak için başlamadık. Ancak tanı konulduktan sonra aile disiplini ve durumun içselleştirilmesi çok önemlidir.
Bir anne ve kadın olarak sette olmak nasıl bir duygu?
Oyunculuk açısından tiyatro olsun, sinema olsun, dizi olsun hiçbir ayrım yapmadım. Çünkü siz de aynı içgüdüyle hareket ediyorsunuz. Özü aynıdır ve içinizden gelir. Ama açıkçası artık mesleğimi daha uyumlu bir şekilde icra etmek istiyorum. Yıllar geçtikçe idealleriniz ve hedefleriniz de farklılaşır. Şu anda işimi rahatça yapmak ve istediğim işi yapmak istiyorum. Zamanımı iyi yönetmek istiyorum. Bunu büyük bir rahatlık olarak görüyoruz. Dizi ve televizyon dünyasına belli bir mesafe ve koşullarla bakıyorum. Ayrıca çocuklarım olmadan, haftanın yedi günü, günde on altı, on yedi saat sette kaldığım bir dönem de yaşadım. Ama şu andaki bakış açım ve arzum bu. Sette çok zorlu çalışma koşulları var. İnanılmaz ve insanüstü bir çalışma hızı var. Erkan Sever'in olduğu bir sahnede saatin sabahın dördü olduğunu, uykumuzun geldiğini ve ne yapacağımızı merak ettiğimizi hatırlıyorum.
Bir izleyici şu soruyu sordu: “Çocuklarınıza oyuncu olmayı tavsiye eder misiniz?” Soru üzerine:
Çocuklarım önde oturuyor. Tabii ki söylediğim koşullar doğru ama büyük bir tutkuyla yaptığımız bir işimiz var. Biz sadece koşulları eleştiriyoruz. Bu şartlarda sevgi olmadan bunları yapmak çok zor. Bu nedenle, uygun koşullar sağlandığı sürece çocuklarımın da bu işi yapmasını isterim. Ama öncelikle eğer isterlerse ve yetenekleri varsa, tüm tecrübelerimizden faydalanmalarına olanak tanıyacak ve onlara destek vereceğiz.
Can BAŞAK: Babam da tiyatroyla uğraşıyor.
Ancak bu ailelerin çocuklarının farklı meslekleri seçebilecekleri çok açık değil.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinden sonra nasıl roller geldi?
Sahnede hem komedi hem dram oynadım. Ama televizyonda iyi bir şey yaptığınızda sizi hep aynı rol için düşünüyorlar, sanki cezalandırıyorlarmış gibi. Gerçekten başka bir şey oynamak istiyorum, işe yaramıyor. Yapımcılar da tüm çalışmaları Öyle Bir Geçer Zaman Ki'deki rolüme göre düşünüyorlar. Ama bu sene çalıştığım dizide komik sahneler de var ve onları çok seviyorum. Ağır, yoğun duygular ve sürekli ağlamak bir oyuncu olarak yorucudur.
Oyuncu olmak isteyen birine ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Oyunculuk yapmak için konservatuar bölümünde eğitim almanıza gerek yoktur. Kendinizi geliştirebileceğinizi düşünüyorsanız oyunculuk atölyelerine ve kurslarına katılabilirsiniz. Bugün kendinizi geliştirebileceğiniz çok fazla alan var. Burayı sadece bir konservatuar olarak düşünmeyin, bir zorunluluk olarak görmeyin.
Kamera önündeki ana nasıl odaklanırsınız?
Benim yöntemim anda kalmak. Bu anda kalma meselesi üzerinde düşünmek gerekiyor. O anda kamera karşısına geçmek, o anı değerlendirmek çok önemli. O dramatik anda her ne yaşıyorsanız, o ana teslim oluyorum ve içimden ne geliyorsa izin veriyorum. Hiçbir şeyin süzgecinden geçmeden, kamerayı umursamadan, çevremde olup bitenleri hesaba katmadan ana odaklanıyorum. En son Berkun Oya'yla bir film projemiz vardı. Berkun kanıt istiyor. Televizyon alışkanlığı olarak senaryo bütünlüğüne pek önem vermiyorum. Ama Olgun Şimşek'le bir sahnemiz vardı, çok prova yaptık, replikleri aynen söylememizi istedi. Çektiğim şeyin orada olmadığını hissettiğimde kendimi gözlemledim ve dışarıdan görünce neyin olmadığını anladım. Bunu yapmanı istiyorum, orada olmayanı hissetmeni sağlıyor. Bazen yönetmen bunun olmayacağını söylüyor ama neden olmadığını açıklayamayabilir.
Bir Picasso'ya İhtiyacım Var eseri sizin için çok özeldi, bize biraz anlatır mısınız?
Oyuncu olarak kendimi çok şanslı hissettiğim hayatımın oyunu, Arif Akkaya ile tanıştığımız Sezai Altekin'in Bir Picasso'ya İhtiyacım Var adlı oyunu. Arif yanıma bir oyunla geldi ve bunu bana anlattı. Sahnede üç Picasso tablosu var ve hangisi gerçek Picasso ise yakılacak. Kendimizi böyle bir durumda buluyoruz. Sezai abi uzun yıllar Belediye Tiyatrosu'nda oynadı, hocamdır. Arif Akkaya zor bir yönetmen. Hepimiz bu maça çok odaklanmıştık, olağanüstü bir yolculuktu. Arif bir gün bu gösteriyi sahnede oynamayacağız, Kadıköy'deki Duru Tiyatrosu'nda çalışıyorduk, sahnenin arka tarafında ısıtmalı bir oda var, bu gösteriyi orada oynayacağız dedi. Emre deli misin diye sorarak ortalığı karıştırdı. Daha sonra tasarımcımız Zuhal Soy ile birlikte ısıtma odasına girdiler, dört duvarını sığınağa dönüştürdüler, yukarıdan borular geçirildi, tenekelerin üzerine su damlatıldı, Nazi subayı kostümlü iki asistanımız dar bir geçitten seyirciye eşlik etti. Seyirciyi girdiği andan çıktığı ana kadar o atmosferin içine taşıdık. Şimdi yapılabilir ama yirmi yıl önce halk buna benzer bir şey yaşamamıştı, tamamen yeni bir deneyimdi. Demir kapıyı gıcırdatarak oynuyoruz, seyirciye çok yakın oynuyoruz. Yirmi yıl önce ne kadar güzel bir yöndü bu. Belki de hayatımda sahnede oynamadığım, yani şu anda bulunduğum veya olmaya çok yakın olduğum tek iş bu.
Kaynak: (guzelhaber.net) Güzel Haber Masası